DARBE GİRİŞİMİ, O GECE VE DEMOKRASİMİZ

 
Bizim kuşağımız darbelerden çok çekti. Siyasetin inkıtaa uğradığını, hayatın olağan akışının değiştiğini, yüzbinlerce insanın sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandığını, binlerce insanın işlemedikleri suçlarla itham edildiğini, mahkûm olduğunu, ailelerin dağıldığını, ocakların söndüğünü gördü darbeler esnasında…

Ancak darbelerin esas etkileri, yapıldığı an yapılanlarla sınırlı kalmadı. Sosyolojik olarak toplumun değişimi ve dönüşümü konusunda da telafisi mümkün olmayan zararları Türkiye’yi belki de yüz yıl geriye götürmek suretiyle ortaya çıktı.

Hiçbir darbenin şu veya bu şekilde Türkiye’ye fayda getirdiğini, ufuk açtığını söylemek, iddia etmek mümkün değildir. Hiçbir darbenin de meşruiyeti yoktur; darbeleri izah için ortaya konmuş olan tüm tezler, iddialar ise temelsiz, gerçek dışıdır ve zaten çürümüştür.

Menderes Hükümeti’ne karşı yapılan 1960 ihtilalinin gerekçesine baktığımız zaman özgürlüklerin sıklıkla zikredildiğini görürüz. Sonuçlarına baktığımız zaman ise; milli iradenin gaspı, milletin seçtiklerinin idamı, Türkiye’nin yetiştirdiği pek çok devlet ve siyaset adamının, bürokratının sistemden tasfiyesi, yol almakta olan birçok milli teşebbüsün yarıda kalması veya tamamıyla ortadan kaldırılması, kalkınma ve ilerleme anlayışının ikameci bir yaklaşıma yerini devri gibi listeyi alabildiğine uzatabileceğimiz olumsuz etkileri o günden bu güne zikretmemiz mümkündür.

Aynı yanlışlar yirmi yıl sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle milletimizce bir kez daha yaşanmıştır. Milletin en deneyimli, birikimli siyasetçileri tasfiye edilmiş; siyasetçilerin tasfiyesi ile birlikte devlet aklı da önemli ölçüde güçsüz hale getirilmiştir. Milletin değerleri ile çatışan, baskıcı ve dayatmacı politikalara hız verilmiş; bugün hala en büyük problem olarak görülen Anayasa ile ne yazık ki, ülke adeta ebedi bir prangaya vurulmak istenmiştir. Demokratik yapının, hukukun üstünlüğünün, çok sesliliğin, inançlara eşit ve özgürlükçü yaklaşımın üzerine ipotekler konmuştur.

Bu hastalıklı iklimlerdir ki, günümüzde yüz yüze geldiğimiz vahim olayların zeminini oluşturmuştur.

Türkiye, klasik veya postmodern hiçbir darbe, müdahale, muhtıra ve balans ayarı ile en ufak bir kazanım elde etmemiştir.

Her darbe, her muhtıra gözbebeğimiz, dünyanın en eski ordusu, en köklü kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne onulmaz yaralar açmıştır. Aziz milletimizle arasına mesafe koymuştur. Yönetim ve yönetilen arasındaki yabancılaşmanın, çatışmanın kaynağını oluşturmuştur.

Darbeler sadece askeri yapılanmayı değil aynı zamanda sivil bürokrasiyi ve kuvvetler ayrılığını da çok rencide etmiştir. Kamu görevlerinde ehliyet ve liyakat prensipleri değişmiş, yarışma ve yeterlilik şartları sürekli olarak farklı farklı kodlanmış, bu kodlar da evrensel ve devlet hayatıyla ilgili kodlar olmaktan çok öznel, arkaik kodlar olarak tanımlanmıştır.
Bir virüs gibi, yargıyı, bürokrasiyi, orduyu, siyaseti saran bugünkü terörist yapılanma, hiç kuşkusuz ki, darbelerin eseridir. Kimse bu yapılanmaların kendiliğinden ortaya çıktığını düşünmesin.

Kendi doğal akışı, hiyerarşisi içinde olmayan bir başka kaynağa bağlı yapılanma ile elbette ki devlet hizmetlerinin sağlıklı ve verimli yürümesi beklenemez. Nitekim bu yapının 17-25 Aralık süreçlerinde polis ve yargı üzerinden hükümeti hedef alan mütecaviz tutumunun bir şekilde ordu üzerinden de dışa vuracağını düşünmemek de büyük bir eksiklik olurdu. Daha önce birtakım kumpaslarla, operasyonlarla ordu içinde konumlarını muhkemleştiren, muhtemel ve mevcut rakiplerini tasfiye eden bu yapının kendilerini bir şekilde böyle bir kamikaze saldırısıyla deşifre ve tasfiyesi de şükürler olsun ki milletimizin hayrına olmuştur.

Tarihimizde o geceyi hiç iyi hatırlamayacağız. Silahsız ve sivillere namluların doğrultulduğu, kendi uçaklarımızca TBMM binasının ve milli kurumlarımızın havadan bombardıman edildiği, seçilmiş Cumhurbaşkanı’na suikast girişimlerinin üst üste icra edildiği, emir komuta zincirinin parçalanıp, Genelkurmay Başkanı’nın ve kuvvet komutanlarının rehin alındığı, askerin askere ve polise silah kullandığı 15 Temmuz gecesi hafızalarımızda yerini hep koruyacak.

Detaylar ortaya çıktıkça insanın kanını donduran, bu kadar da olur mu diye, artık her seferinde bir başka şaşkınlığı bizlere yaşatan gerçeklerle yüzleşiyoruz. Bir kez daha, Türk milletini ve devletini Yüce Allah’ın koruduğuna kanaat getiriyoruz.

Düşmandan korkmayız. Bin yıldır Anadolu’yu yurt tutan bir milletin Allah’tan gayrısından korkması zaten mümkün değildir. Düşmanla her zaman baş etmiştir. Her harpten başı dik çıkmıştır. Milletçe son ferdine kadar düşmana karşı koymuştur. Harbe de hazırdır, barış içinde yaşamayı da bilir. Ancak, düşman dışardan değil, içerden ve bir ihanet şebekesi olarak karşımıza çıkarsa buna bir hazırlık nasıl mümkün olabilir?

Olayların doğru anlaşılması lazımdır. Bu ciddi bir meseledir. Öyle basit, geçiştirilebilecek bir hadise değildir. Nasılsa bastırılmış bir kalkışmadır diyerek de işin ihmal edilmemesi gerekir.

Mesele iktidar, muhalefet meselesi değildir, mesele Cumhurbaşkanlığı, Başkanlık Sistemi meselesi değildir. Mesele sistem eleştirisi değildir. Burada, çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, emir komuta zinciri içinde olması gereken, bunun için tüm hayatları boyunca eğitilmiş kitlede dahi, emir ve komuta, mesleki hiyerarşi içinde değil, bir başka illiyet bağı ve ağı üzerinden işletilmeye çalışılmıştır.

Kendi komutanına silah doğrultan, ellerini kelepçeleyip, gözlerini bağlayıp, rehin alan bir anlayışın; hayatından, güvenliğinden sorumlu olduğu Cumhurbaşkanı’nın suikastına zemin hazırlayan bir yaverin kahraman Türk ordusunun bir parçası olduğunu, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten, her üyesi cephelerde askerle fiilen harbe iştirak eden, devleti kuran Gazi Meclis’i bombalayan pilotların bu ülkeyle tarihi, kültürel veya sosyal bir bağı, ülke ve vatan sevgisi olduğunu, içinden çıktığı halka silah doğrultan, kurşun ve bomba yağdıran bir anlayışın akıl ve ferasetinin bulunduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Şoktayız. Tepemizde uçan ve her yana bomba bırakan uçakların şoku değil bu. Özene bezene eğittiğimiz, en yüksek imkânlarla donattığımız, gözbebeğimiz ordumuzu, namusumuz olan yurdumuzu emanet ettiğimiz insanların ihanetinin şokundayız.

Siyaset kurumunun basireti, halkın sağduyusu, komuta kademesinin feraseti, polisimizin cesareti ile bir büyük beladan kurtulduk.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetin bir bir türlü, çetrefilli yollarından geçmiş olması, olayları hızlı analiz etmesi, karar verirken ve kararlarını icra ederken gözü kara tavrı bu darbeyi en baştan boşa çıkarmıştır. Başarısız kılmıştır.

Ancak, şurası da teslim edilmesi gereken bir hakikattir; MHP lideri Devlet Bahçeli, devlet adamlığı kumaşını bir kez daha gösterdi. Başbakan Binali Yıldırım’la yaptığı telefon görüşmesinde bu darbe girişimine karşı hükümetin ve demokrasinin yanında durduklarını beyan etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aynı şekilde darbe karşıtı tavrı net bir şekilde medyaya yansıdı. Binali Yıldırım ise, Başbakan olarak kudretini ispat etti ve ilk andan itibaren darbeye, darbecilere karşı mücadeleden taviz vermeyeceklerini ortaya koydu.

Kuşkusuz ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halkın darbecilere karşı durmasını istemesi ve kendisinin de her şeyi göze alarak İstanbul’a ulaşması büyük bir kahramanlıktır. Diğer yandan Cumhurbaşkanı’nın hayatını ortaya koyarak halkla buluşması darbenin başarısız kalmasının en önemli amilidir.

Bombalar altında bile korkmayan TBMM, neden Gazi Meclis olduğunu ve anıldığını bir kez daha hatırlatmıştır.

Medyanın olayların başından itibaren takındığı cesur, vatansever tavır ise, zaman zaman eleştirsek de, yanlışlarını yüzlerine vursak da son derece vakur, saygıdeğer ve demokrasiye yürekten bağlı bir tavır olarak tarihte anılmaya layıktır.

Milletimiz bir zorlu badireyi atlatmıştır. İnşallah tekerrür etmez. Ancak, bu hal gösteriyor ki, gevşemeye gelmez. Demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan hak ve özgürlüklerinden taviz vermeksizin, her türlü antidemokratik, darbeci, terörist anlayışın, ihanet odağının tasfiyesi kararlılıkla sürdürülmelidir. 

Bu yüzyılda, bu vahim olayları millete yaşatanlara karşı hiçbir müsamaha olmaz. Olmamalıdır.

Son olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin de yıpratılmasının önüne geçmek, bu darbenin asli mağdurlarından birisi olduğunu gözden kaçırmak da son derece tehlikelidir. Bu ordu bizimdir, gözbebeğimizdir. Asildir. İçinden ihanet edenler çıkmasına rağmen, mayası o kadar sağlamdır ki, ülkeyi de, sistemi de, milleti de, demokrasiyi de yine bu ordunun azim ve kararlılığı bu badireden çıkarmıştır.

Milletimize geçmiş olsun. Demokrasimiz bundan sonra inanıyorum ki daha güçlü olacaktır. Çünkü sabahlara kadar meydanlarda nöbet tutan insanlar, demokrasiye inanan, iradesine sahip çıkan, hiçbir güce teslim olmayacağını ortaya koyan inançlı yiğitlerdir.
 

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik