BİZE İBRAHİM RUHLU, EMİN DURUŞLU GENÇLER LAZIM

İnsan meselesi insanlık tarihi kadar eskidir. Gençlik konusu insanlık tarihinde toplumların en önemli konularından biri olmuştur. Toplumlar gençleriyle var olur ve gençleriyle güçlenir. Gençlerini layık-ı vechiyle ve ilmi usullerle yetiştiremeyen milletler bugünün mirasını geleceğe taşıyamazlar. Gençler, bir milletin maddi ve manevi tüm kazanımlarının emanet edildiği, medeniyet inşasında enerjisi, bilgisi ve azmiyle iz bırakan büyük kahramanlardır. Gençliğini kaybetmiş milletler ruhunu kaybetmiş bir ceset gibidir. Ruhu olmayan, iddiası olmayan bir toplum gerçek anlamda millet vasfını kazanamaz. Bir toplum millet vasfını kazanacaksa tarihe ve insanlığa bir sözü olmalı, sözü olması için gençlerini en iyi şekilde yetiştirmeli, maddi ve manevi tüm vasıflarla teçhiz etmelidir.
 
Son 250 yıldan beri genel olarak insan yetiştirme sistemimizde, özelde ise gençlerimizin yetişmesi meselesinde büyük sorunlar yaşamaktayız. Şüphesiz bunda en büyük pay nasıl bir gençlik ve nasıl bir insan tipi yetiştireceğimiz konusunda bir felsefemizin olmayışıdır. Oysa insan yetiştirme bir felsefe, bir anlayış ve zihniyet meselesidir. Bugün dünyaya gelen bir çocuk; ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi bitirdiğinde “ne biliyor, ne hissediyor, ne yapıyor olsun”? sorusunun cevabı açık ve net verilmediği sürece gençlerin eğitimi ve geleceği konusunda yol almamız mümkün değildir. “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek, 10 yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, 100 yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir” Çin atasözü insan yetiştirme meselesinin güçlü bir idrak ve vizyon gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Sağlam bir aile terbiyesi üzerine sağlam bir öğretmen terbiyesinden geçmeyen gençlerin varoluş iddiaları zayıf olur. Medya tacirlerinin, televizyon hokkabazlarının ve internet şarlatanlarının eğittiği/büyüttüğü bir gençliğin bu ülkeye bir hayrı olmaz. Gençlerimiz her türlü teknolojiyi kullansın ve bundan geri kalmasın. Ancak bu kullanımın zararlarını en aza, yararlarını ise en çoğa çıkartmak için şuuru ve iradesi sağlam bir gençliğe ihtiyaç var.
 
Şuurlu ve iradesi sağlam bir gençlik her şeyden evvel ailenin sımsıcak ikliminde yetişmelidir. Bunun için ev çocuk terbiyesinde okula yardımcı olmalı, anne ve babalar çocuk eğitiminde öğretmenleri yalnız bırakmamalıdırlar. “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha büyük bir miras bırakamaz“ kutlu sözü, çocuk ve gençlerin yetişmesinde başta baba olmak üzere ailenin de önemli rol ve görevleri olduğunu hatırlatmaktadır. Çocuk eğitiminde ilk zamanlar anne-baba etkisi fazla iken, okul çağına gelindiğinde öğretmenin etkisi, gençlik çağına gelindiğinde ise çevresinin etkisi artmaya başlar. Zorluklar ne olursa olsun her şart ve zamanda bir öğretmen yüce ve kutsal bir görev yaptığının şuurunda olmalıdır. “Ben insanlara muallim olarak gönderildim” ve “Öğretmenlik peygamberlik mesleğidir” kutlu sözlerini işiten bir öğretmen, sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir öğretmen olmadığını, aynı zamanda ümmetin ve büyük insanlık ailesinin terbiyesinden ve gidişatından sorumlu bir öğretmen olarak vazifeli olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Peygamberlerin tarih boyunca temel misyonu insanları karanlıklardan aydınlığa çıkartmak olmuştur. Peygamberlik Hz. Peygamberle son bulmuştur. Bugün için hiçbir peygamber hayatta değildir. Ancak onlar hayatta olmasa da onların çağlar boyunca yüklendikleri vazifelerini yüklenecek “mukaddes yükün hamalları”, yani öğretmenler hep var olacaktır. Bütün mesele bu şuurda öğretmenleri yetiştirmek, bu öğretmenler üzerinden de şuuru ve şahsiyeti sağlam genç nesiller yetiştirerek milletin hizmetine sunmaktır. “İlmin kaynağı zekâ, amelinki ise iradedir.”
 
 
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere işin kritik noktası terbiyedir. Sadece bilgi yükleyerek ve zekâlarını geliştirerek gençlerimizi emniyette tutamayız. Onun için hem zekâlarını hem de kalplerini gergef gergef işleyecek bir terbiye sistemine ihtiyaç var. Zira günümüz dünyasının temel sorunu bilmemek değil, bildiğiyle amel etmemek sorunudur. Örneğin toplumda birçok insan (ki bunların içinde öğretmenler ve akademisyenlerin sayısı az değil) sigaranın kötü bir şey olduğunu bilir, ancak sigara içmekten kendini alıkoyamaz. Burada sigaranın zararlı olduğu bilgisi, sigarayı bırakmak için yeterli değildir. Bunun için sigarayı bırakacak bir irade lazım. Bu da Ali Fuad Başgil’in “İrade Terbiyesi” olarak tanımladığı bir yetişme ve yetiştirmeyi gerektirir. Başgil, “Gençlerle Başbaşa” adlı eserinde irade terbiyesinden söz ederken, “ilmin kaynağı zekâ, amelinki ise iradedir” der (Başgil, 2011). İrade terbiyesinin ana gayesi iradesi ve şahsiyeti güçlü gençler yetiştirmektir. Bu terbiye erken yaşlarda verilmediği takdirde iradesi ve şahsiyeti zayıf bir gençlik meydana gelecek. Bu gençlik bilgili olsa dahi esen muhalif rüzgârlara karşı dik duramayacaktır.
 
Gençlerimiz bugün her zamankinden daha fazla irade zayıflatıcı, şahsiyet bozucu tuzaklarla çevrelenmiş durumdadır. Bunlar gençlerimizin sadece bedenini değil, ruhunu da sarmakta, millet, vatan ve insanlık uğrana harcanması gereken enerjilerini boş ve anlamsız fikriyat ve akımlara akıtmaktadır. İradesi terbiye olmamış bir gençliğin başarı şansı yoktur. Başarı için iradenin emniyete alınması gerekir. Bu da iradenin önüne çıkan ve Başgil’in “irade düşmanları/muvaffakiyet düşmanları” dediği tuzakları bertaraf etmekle mümkündür. Ali Fuad Başgil, gençlere önemli öğütler verdiği eserinde iradenin/başarının düşmanlarını; tembellik, kötü arkadaş, kötü örnekler, kötü kitap ve kötü hoca şeklinde sıralamaktadır. (Başgil, 2011)
 
Ona göre başarı yolunda ilk büyük düşman tembelliktir. Ancak tembellik insanın karşına mertçe çıkmaz, sinsice ve kılık değiştirerek çıkar. Zaten tehlikenin büyüklüğü buradan kaynaklanmaktadır. Tembellik herkesin mizacına göre tavır alır ve bin bir surat halinde şöyle konuşur: “Adam sen de… Çalışanlar ne olmuş sanki?, üzme kendini şu ölümlü dünyada çalışmak yıpranmaktır, hayat dediğin bir şanstır, şansın varsa her şeyin var demektir, şansın yoksa kendini parçalasan da bir şey olamazsın, zaten suyu getiren de testiyi kıran da bir, sen testiyi kır başkaları suyu getirsin de âfiyetle iç, hem bir işin olacağı varsa, sırt üstü yatsan da olur, olacağı yoksa yırtınsan da olmaz, hele dursun bakalım, şimdi şöyle yaslan da yarın sabah yaparsın, hem sana çalışmak yaramıyor, iştihan kaçıyor, neşen sönüyor, huy bu ya ben bütün sene kitabı, defteri koltuğumda gezdirmekten hele kütüphane köşelerinde pineklemekten hoşlanmıyorum, imtihanlara şöyle yirmi gün kala kafayı vurur, dersleri hazırlar ve imtihanları mis gibi geçerim, hem ne lüzumu var muvaffak olanın da olmayanın da gideceği yer mezarlık değil mi?, insan dünyaya bir defa gelir, hayatın zevkini çıkarmaya bak”.
 
 
Başarıya giden yolda ikinci büyük düşman kötü arkadaştır. Ona göre kötü arkadaş, bir gencin başına gelebilecek kötülüklerin en büyüğüdür. Her kötülük gibi o da sinsidir, maskelidir, dost ağzı kullanır. Arkadaşın kötüsü çalışandan rahatsız olur. Başarılı olanları hiç belli etmeden kıskanır. Çalışanı kendine benzetmek ve kendi düştüğü çukura düşürmek için çare arar. Hele tembellikle arkadaşın kötüsü yan yana gelince ömre bedel şerler yaratırlar. Kötü arkadaşın panzehiri iyi arkadaştır. İyi arkadaşta bulunması gereken ilk özellikler çalışkanlık, dürüstlük ve iyilikseverliktir. Bu iyi özellikleri bünyesinde tutan bir arkadaş, bu iyi özellikleri şahsiyetin diğer kısımlarına da yayar. Bundan arkadaşları da nasiplenir. Bu şartları taşımayan arkadaştan ise hızla uzaklaşmak gerekir.
 
Başarıya giden yolda üçüncü düşman Başgil’e göre kötü örneklerdir. Bunlar ehliyet ve liyakatlerinin üstündeki yerlere oturmuş insan kılığındaki hayvanlar ve parazitlerdir. Her kötülük gibi kötü örneklerin de zehirli bir lisanı ve felsefesi vardır. Bu felsefenin ekseninde ego santrizm vardır. Yani ne pahasına olursa olsun sırf kendini düşünme ve kendini bütün varlıkların merkezinde ve üstünde görme hali. Başarı ilkesi de her ne suretle olursa olsun mutlaka gayeye ulaşmaktır. Bunlar ahlak zafiyetini zekâ eseri olarak beller, namuslulukla alay eder ve aldatmak suretiyle gayeye ulaşmayı başarı sayar.
 
Başarıya giden yolda diğer düşmanlar kötü kitap ve kötü hocalardır ki, bazen kötü kitabı kötü arkadaş tavsiye ederken, kötü hocayı da eğitim sistemi önümüze koyar ve bize seçme hakkı vermez. Allah’ın Resulü bile “faydasız ilimden Allaha sığınırken” hem kötü kitap hem de kötü hoca gençleri faydasız hatta bazen zararlı bilgiye götürerek akıl ve kalplerini bulandırabilir.
 
Bugün başarıya giden yolda gençlerin iradelerini zayıflatan diğer tuzakları da tanıtmak gerekir. Bunlardan biri televizyon, diğeri ise internet bağımlılığıdır. Araştırmalar, eğitim ve öğrenme amaçlı olmayan televizyon ve internet kullanımının giderek artığını, bunun da birçok riskleri beraberinde getirdiğini aktarmaktadır. Televizyon izleme süresi arttıkça çocukların zekâsı gerilemekte, başarısı düşmekte (Bryant ve Zillman, 1986), okuma ve yazma kültürü zayıflamaktadır (Postman, 1994, 96). Herkese hazır bilgiler, hazır düşünceler ve hazır düşler sunan televizyon, “yürüme koş, hızlı tüket, düş kurma ve yalnızca kurguyu seyret” mesajlarıyla çocukları düş tembeli varlıklara dönüştürmektedir (Rigel, 1993, 12). Televizyon ve internet her gün yüzlerce suç ve cinayet sahnesini ekrana taşırken, suç sayılan davranışları olağanlaştırmakta, cinayet ve terör sahnelerini, ses, görüntü ve müzik eşliğinde çekici ve estetik hale getirmektedir (Oskay, 1992). Gençler, televizyonda gördükleri saldırganlık ve şiddeti zamanla günlük yaşamda tatbik eder hale gelmekte (Özbay ve Eren, 1997), sanal âlemin yıldızlarıyla özdeşleşerek, onların şiddet ve güç kullanarak mutlu sona erişmelerini taklit etmektedirler. Bu gibi yayınlar genç beyinlere, “sorunlarını çözüpmutlu olmak istiyorsan güç ve şiddete başvur” mesajını bilinçaltına yerleştirmektedir.
 
Günümüz gençlerini bekleyen büyük tuzaklardan biri de birçoğunun sonunda “izm” eki olan bozuk inanç ve düşünce akımlarıdır. Kur’an birçok ayette bizleri tevhid akidesine sımsıkı sarılmaya davet ediyor: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” (Maide 3). “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır” (Âli İmran, 19). “Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, size “Müslümanlar” adını verdi” (Hacc, 78) ayetlerinin hakikatlerini gençlerimize iyi öğretmemiz gerekir. İçinde tevhid (birlik) olmayan her inanç ve düşünce parçalayıcı, ayırıcı ve ötekileştiricidir. Böyle bir zihniyet hem dünyada hem de ahirette kaybetmeye ve kaybettirmeye mahkûmdur.
 
Tevhid’ten uzaklaştıran her türlü din düşüncesi, ırkçılık, hizipçilik, meşrepçilik, mezhepçilik, sonu “izm” ile biten düşünce akımları, ülkeyi, vatanı, milleti, ümmeti yatay, dikey, paralel bölen her türlü hareket, yapı ve fikriyat Hz. İbrahim’in baltası ile binlerce yıl öncesinden yerle bir edilmiştir. Hz. İbrahim’in pratikte kırdığı putların, farklı versiyonlarının gelecekte de çocuklarına zarar vermemesi için yaptığı çağları aşan büyük duasını Kur’an onun bizzat dilinden kayıt altına almıştır: “Bir zamanlar İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Beni ve oğullarımı putlara (“Allah’a isyanı sistemleştiren odaklar” Zümer 17]) kulluk yapmaktan uzak eyle. Rabbim gerçekten o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin” (İbrahim, 35-36).
 
Kültür ve medeniyet olarak ihya olduğumuz dönemlerde gençlerimiz iyi öğretmenlerin elinde yetişti. Hem fen ilimlerinde hem de dini ilimlerde iyi yetişen gençlerimiz güçlü bir şahsiyet olarak ortaya çıktı ve dünya tarihine yön verdi. Bunlardan II. Mehmed daha 21 yaşında iken Orta Çağı kapatıp Yeni Çağı açarak haklı bir unvan olan Fatih Sultan Muhammed Han unvanını iktisap etti.
 
Medeniyet dünyamızda gençlerimize rol model olabilecek daha birçok altın şahsiyet vardır. Bütün mesele bunlardan gençlerimizi haberdar etmek, bir eğitim formasyonu içinde bu şahsiyetlerin büyük ve şanlı mücadelelerini bugüne taşımak, gençlerimizin kimliklerini bu şahsiyetlerin kimlikleriyle hemhal etmektir. Gençlerimizin zihin ve gönül dünyası her şeyden evvel güzel Peygamberimizin zihin ve gönül dünyasından beslenmelidir. Daha gençlik yıllarında doğruluğu herkes tarafından tescillenen Peygamberimizin nasıl Muhammed’ül Emin ismine mazhar olduğu öğretilmelidir. Düşmanları kutsal davasından vazgeçirmek için ona makam, kadın ve zenginlik gibi dünyalık tüm bileşenleri teklif ettiklerinde “Vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar bu davadan yine de vaz geçmeyeceğim” diyerek davası için nasıl kararlı ve iradeli bir duruş sergilediği öğretilmelidir. Onun aile hayatı, kadınlara nasıl davrandığı, çocukları nasıl sevdiği, ahlakı, cesareti, merhameti, çevre bilinci, hayvan sevgisi, insan ilişkileri, liderliği, devleti yönetme şekli, ilim ve öğrenme aşkı, sorunları algılama ve çözme biçimi ve daha bir çok örnek davranışı bir formasyon eğitimi marifetiyle çocuklara ve gençlere öğretilmelidir.
 
Son yıllarda ortaya atılan, “sürekli gelişme ve sürekli ilerleme” olarak formüle edilen “kaizen” kalite kavramının, daha 1400 yıl önce Peygamberimizin “iki günü eşit olan ziyandadır” kutlu sözüyle insanlığın istifadesine sunulduğu, bu kutlu sözün kalite güvence sisteminin temeli olduğu; bu söz gereği sürdürülebilir kaliteli bir hayat için bir sonraki günün, bir sonraki haftanın, bir sonraki ayın ve bir sonraki yılın bir öncekinden artı değer üretme ve hata eksiltmede daha iyi olması gerektiğini gençlerimize kim öğretecek? Bugün yedisinden yetmişine kadar herkes tarafından kullanılan ve üzerinde birçok tezler yazılan “hayat boy öğrenme” kavramının, “beşikten mezara kadar ilim öğrenin” kutlu sözüyle yüzlerce yıl önce insanlığa armağan edildiğini, “ilim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır” emrinin “eğitimde fırsat eşitliği” kavramına tekabül ettiğini, “ilim Çin’de de olsa alınız” kutlu fermanının “uzaktan eğitim” kavramına işaret ettiğini, “ilim mü’minin yitik malıdır nerede bulursa alır” sözünün “her yerde eğitim” kavramının karşılığı olduğunu gençlerimize kim öğretecek?
 
Bugüne kadar tatbik edilen insan yetiştirme sistemi bizden olanı unutturma, bizden olmayana şartlandırma şeklinde iş gördü. Oysa gençlerimizi insanlığa namzet şahsiyetler olarak yetiştirmede muazzam bir hazine ve kültürel arka plana sahibiz. Örneğin Hz. Peygamber ashabıyla beraber yürürken yol kenarında bir köpek ölüsüne denk gelirler. Sahabelerden ba zıları manzara karşısında “Bu leş ne kadar da pis kokuyor” demekten kendilerini alamazlar. Bu durum karşısında Allah Rasûlünün tepkisi ise hayli farklı olmuştur: “Köpeğin ne güzel dişleri var!” Olumsuz olanın içinde olumlu olanı görme bugünkü literatürde “pozitif düşünme” olarak kullanılmakta, ama “pozitif düşünme”nin hem bir kavram hem bir davranış biçimi olarak bize ait olduğunu bilememekteyiz.
 
Eğitim literatüründe yaygın biçimde kullanılan ve her yıl öğretmen adaylarına öğretmenlik meslek bilgisi kapsamında öğrettiğimiz “bilişsel öğrenme” nin bizdeki “akl-ı selim”e, “duyuşsal öğrenme”nin “kalb-i selim”e, “psikomotor ve estetik öğrenme”nin de “zevk-i selim”e karşılık geldiğini birçok eğitimci bile bilememektedir. Hz. Ömer’in “hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin” sözünün kalite güvence sistemin temel kavramlarından biri olan “hesap verilebilirlik” kavramının karşılığı olduğunu, toplam kalite yönetimi konusunda seminer veren uzmanlar dahi bilememektedir.
 
Görüldüğü üzere medeniyet yolunda ilerlemek insan iradesi üzerinde iyi bir mutfak çalışmasını gerektirmektedir. Gençlerimizi münevver birer insan olarak vatan, millet ve Kur’an davasına hizmetkâr edeceksek kesinlikle bize ait olan orijinal yolu keşfetmemiz gerekmektedir. Gençlerimizi ithal, taklitçi ve kopyacı sistemlerle yetiştirmek, onları “tahta bacaklı atlar”a bindirerek yol aldırmak artık mümkün değildir. Yaklaşık 250 yıldır ülkemizde hüküm süren adı bizim, kalıbı ve ruhu ise Batı’ya ait olan Milli Eğitim sisteminin kök Vdeğerlerinin yeniden tanımlanması gerekir. Gençlerimizi oyundan oynaştan uzak, münevver, muttaki, iradeli ve sorumlu bir insan olarak yetiştirmek için kendi öz benliğimize dönmemiz gerekir. Kendi ilim tezimiz, kendi insan yetiştirme metodumuz olmalıdır. Dinimiz, edebiyatımız, şiirimiz, sanatımız gençlerimizin eğitiminde referans değerler olarak alınmalıdır. Bu arada başka millet ve toplumların imkân ve buluşlarından da azami ölçüde yararlanma yoluna gitmeliyiz. Ancak konu gençlerimiz ve onların “yeniden büyük dirilişi” olunca çıkış noktamız “başkalarının ışığı değil, bizim güneşimiz” olmalıdır. “Bizim güneşimiz” gençlerimizin aklını ve yüreğini aydınlattığı gün yeniden büyük diriliş hareketi başlamış demektir. “İbrahim ruhlu, Emin duruşlu bir gençlik” sadece Anadolu insanının değil, tüm mazlum coğrafyalardaki insanların kurtuluş vesilesi olacaktır.
 
Büyük İslam Şairi Muhammed İkbal de, gençlerimizin büyük dirilişinden söz ederken, bunun “asli bir yolla” yapılması gerektiğini, “asli yolun” ise kendi referans değerlerimiz olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:
 
“Sen bir güneşsin
 Işığını başkalarının yıldızlarından
alma
Daha ne zamana kadar başkalarının
mumu etrafında dans edeceksin
Yürekliysen kendi ışığını yak”
 
Kaynakça
 
Başgil, A. F. (2011). Gençlerle Başbaşa. 49. Baskı, İstanbul: Kubbealtı Yayıncılık.
Bryant, J., and Zillman, D. (1986). Perspectivason Media Effects. İndiana University.
Oskay, Ü. (1992). İletişimin ABC’si. İstanbul: Simavi Yayınları.
Özbay, Y ve Eren, A. (1997). Televizyon ve Çocuklardaki Şiddet Eğilimleri. Milli Eğitim, 135, 27-31.
Postman, N. (1994). Televizyon: Öldüren Eğlence. (Çev: O. Akınhay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Rigel, N. (1993). Medya Ninnileri. İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik