DUYSAM Kİ BU BAYRAMDA SEN GELECEKSİN...

Çağlar bu çağlardı, günler bu günlerdi,
Senin “ahir zaman” dediğin devirlerdi,
Bir gaflet, bir isyan ki hıyanet en zirvedeydi,
İyilik mahpus, adalet darağacında,
Aydınlık asırlar, katranlık geceler kıskacında,
Ve bir kötülük ki, zulüm altın çağındaydı.
İşte biz böyle biz zamanda dünyaya geldik,
Senin teşrifinden 1400 yıl sonra Sultanım,
Görmeden sevdik seni, görmeden özledik gül çehreni.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Şehrin en hâkim tepesine çıkar, Veda Tepesi’nden bir ayın doğuşunu bekler gibi beklerdim Seni. Yoluna deve dikenleri saçanlara inat, mübarek ayaklarınla adımladığın tüm yolları lalelerle, karanfillerle, fesleğen çiçekleriyle süslerdim. “Gül Devri” geçse de Sultanım, Şehit kanlarıyla sulanmış Anadolu topraklarında yetişmiş kırmızı güllerden bir buket sunardım âlemleri kucaklayan kucağına.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Ev halkına müjde salardım. Bir Ebu Eyyûb El Ensari sevinci kaplardı her yanı. Hanemize teşrifin gerçek bayram olurdu bizim için ey Sevgili. Seni rahatsız etmeyecek kıyafetlerle karşılar, buyur ederken fakirhanemize Seni, bir Elinden büyük kızım, bir elinden küçük kızım tutardı Mushaf kokan ellerinden. Seccadeni, isminle müsemma oğlum sererdi, evimizin en güzel köşesinde, gizli gizli özlendiğin yerde, “Rabbe Secde Makamında” ağırlardık Seni. Mütevazı iftar sofraları hazırlardık, sonsuzluğa perde perde uzanan iftar ezanlarını birlikte beklerdik, her gün onlarca duanın, yüzlerce tesbihatın yükseldiği yerde. Seninle aynı sofrada olmak en büyük ikram olurdu bizim için bu yorgun, bu üzgün ve azgın hayatın tam ortasında ey Sevgili.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Kılmadığım namazlardan beni kılan namazlara, tutmadığım oruçlardan beni tutan oruçlara bel bağlardım. Tıpkı Senin gibi acıkmadan sofraya oturmaz, oturmadığın mükellef sofralara nazarla, doymadan yemekten kalkmayı edep bellerdim. Buyurduğun gibi Sultanım, “az uyur, az konuşur, çok ağlar, az gülerdim”. Bildiğim ve bilmediğim tüm günahlarıma ağlarken, pişmanlık gözyaşlarımdan Fırat’lar, Dicle’ler akıtırdım. Yıllarca aldığım temizlik nişanesi abdestlerimi, Sen geleceksin diye boydan boya ruhuma da aldırır, öyle yıkanmış bir ruhla karşılardım Seni Sevgili.
 
Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Tüm gerçeğim ve en hakiki yanımla sana gelirdim. Sen kalbime her dokunduğunda dijitalleşen kimliğimden parçalar dökülür, sosyal medyada arayıp bulamadığım huzuru senin hayat veren ikliminde bulurdum. Sonra döner iman borsasındaki değerime bakardım. Bana kazandıran ve kaybettiren amellerimi süzer, boş hayatın boşluklarını hazza ve tene yatırım yaparak en müflis tüccarlardan biri olmaktan Allah’a sığınırdım.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Rahman’la ruhlar âlemindeki misakımı yeniler, Akabedeki sahabe biatlerine “lebbeyk ya Resulullah” deyip, en sadık kimliğimle iştirak ederdim. Kur’an’ı bu Ramazanda yeniden inzal oluyormuş gibi yorumlar, anlamadan geçtiğim tüm cüzleri, satır satır, ayet ayet, hem yüzünden hem özünden okur, hayatımı yeniden ihya ederdim. Yıllar yılı içimde besleyip azdırdığım firavunlara meydan okur, kutlu bir kavgada Musa’lara Harun gibi yoldaş olurdum. Sonra beni benden çalan tüm kibirleri, hırsları, hasetleri, kinleri, nefretleri Kadir Gecesi’nin hürmetine karanlığa gömer, “rahmeten lil âlemin” olan ahlakını boydan bir elbise gibi giyer, aydınlığa öyle çıkardım Sultanım.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Körleşen izanıma ışık arar, “bedenimin Kâbe’sini” mesken tutmuş tüm putları devirir, bir daha dönmemek üzere tüm günahlarımdan hicret eder, hiçbir iblisin giremeyeceği İbrahim’i kalplerden hisarlar dikerdim Sultanım. Sen geleceksin diye adının anılmadığı tüm meclisleri terk eder, ilahi bir nefhadan sanıp bağlandığım tüm sahte sevgilere mezar kazar, senden söz etmeyen tüm kitaplara muhalefet şerhi düşerdim.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Yeryüzü cennet olurdu bizim için Sultanım. En zifiri karanlıklar aydınlanır, mekânlar ferahlanır, zaman durur, ölü bedenlere can gelirdi. Sen geldiğinde sevda yüklü yürekler bulurdun Anadolu topraklarında. Konya’dan Erzurum’a, Bursa’dan Van’a kadar, hasretinle tutuşan, firakınla yanarken, bir lahza bakışında bile Firdevsleri arayan, zamanın her saniyesinde sana meftun ve hayran.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Seni Şanlıurfa Balıklı Gölde, Eyüp Nebi Makamında, Kırşehir Ahi Evran Külliyesinde, Ankara Hacı Bayramda, İstanbul Eyüp Sultanda beklerdim. Kokuna hasret Anadolu reyhanlarından bir demet sunardım.

Reyhanın bir dalında;
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl”
Diyen Bezm-i Âlem Valide Sultanları,
Bir dalında;
“Sakın terki edepten Mahbubu Huda’dır bu,
Nazar gâhî ilahidir Makamı Mustafa’dır bu”
Diyen Urfalı Şair Nabi’leri;
Bir dalında;
“Men bende-i Kur’anem eğer cenderem,
Men Hak-i rehi Muhammed muhterem”
Diyen Mevlana’ları,
Bir dalında;
Arayı arayı bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü,
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed! Canım arzular seni
Diyen Yunus’ları,
Bir dalında;
Bağrımdaki biten otlar, Muhammed’in aşkındandır,
Bu gözümden akan yaşlar Muhammed’in aşkındandır,
Ciğerimi dağladıklarım, su gibi çağladıklarım,
Her seher ağladıklarım, Muhammed’in aşkındandır”.
Diyen Seyyid Nizamileri ve daha nice âşıkları görürdün Sultanım.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Bedrin aslanlarına” müşabih Çanakkale Şehitlerinin torunlarını alır öyle gelirdim. Ömrünün ilkbaharında şahadet şerbetini yudumlayan Sur, Cizre, Silopi, Lice ve Nusaybin şehitlerinin yetim çocuklarıyla karşılarlardık Seni. Senden, cennet bahçelerinden makberler isterdik Hamza kokulu yüce ruhlara.

Sonra rahmetli Âkif’in,
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber”
Müjdesiyle uyanır, kendimizi şehitlerin kundağı olan kucağına sırılsıklam âşıklar gibi atardık ey Sevgili.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Parçalayıcı cahiliyenin ahtapotlu ellerinden kurtarıp bize emanet bıraktığın tüm “teklerimizi”, tek tek sayardım. Teklerin en başına Tek Allah’ı koyduktan sonra, Tek Kitabı, Tek İslam’ı, Tek Sünneti, Tek Kıbleyi, Tek Milleti, Tek Vatanı, Tek Bayrağı ve Tek Devleti tespih tanelerini dizer gibi sıra sıra, halka halka dizerdim Sultanım.

Duysam ki bu bayramda Sen geleceksin,
Asırlardır kangren olup, tüm vücudu saran yaralarımıza neşter vurmanı, ruhlarımıza uzanan “yabancı elleri” kovmanı, yamuklaşan tasavvurlarımıza bir yön vermeni isterdik. Servetin iftihar değil, imtihan olduğunu, dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak için geldiğimizi, imajın değil, şahsiyetin gerçek yüz olduğunu bir kez daha Seninle idrak ederdik ey Sevgili.

Gel ey Sultanım,
Ramazanlık çehrelerimizle,
Bayramlık kıyafetlerimizle,
Hasretlik bakışlarımızla,
Bereketli sahurlarımızla
Secde izli alınlarımızla,
Coşku dolu teravihlerimizle,
Cennet kokulu ruhuna adanmış Yasinlerimizle bekliyoruz.
Ah! bir gelsen, bu bayram bin bayram olurdu bizim için, bu matemli günlerimizde.
Bir teselli bayramı ki, bir inci gibi saklardık sinelerimizde, ta mahşere kadar yeterdi bize SULTANIM, EFENDİM, BAŞTACIM…

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik