MİLLİLİK=ÜMMETİN MİLLETİ, MİLLETİN ÜMMETİ OLMAKTIR

 
İnsanlık Ailesi

Büyük insanlık ailesi, farklı din, dil, kültür ve geleneğe bağlı çok sayıda topluluktan teşekkül etmiştir. Önceleri homojen olan insanlık ailesi, iklimlerin değişmesi, meydana gelen savaşlar, uğranılan zulümler veya daha iyi hayat şartları bulmak amacıyla göçlere maruz kalmış, böylece tarihsel süreçte heterojen bir yapıya bürünmüştür. İnsan ve mensubu olduğu çeşitli insan toplulukları hakkında konuşurken her şeyden evvel konuyla ilgili temel kavramları bilmek, bunlar arasındaki ilişki ve anlamları yakalamak ve bunları yerli yerinde kullanmak gerekir.

İnsan toplulukları hakkında konuşurken işe insan tanımından başlamak gerekir. Büyük Türkçe Sözlükte (Doğan, 1996) “insan”, akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan yaratık, âdemoğlu ve beşer anlamlarında kullanılmaktadır. İnsan, hangi ölçekte olursa olsun bir topluluğun en küçük yapı taşıdır. İnsanın temel yapı taşı olduğu en küçük topluluk ise ailedir. “Aile”, nesep ve evlilikle bir araya gelmiş bir çatı altında bulunan topluluktur. Ekseriya ana, baba, çocuklar ile büyük ana ve büyük babadan müteşekkildir. Aile, aynı gayeye yönelenler topluluğu anlamına da gelmektedir. Aileden hacim olarak daha kalabalık olan topluluk ise kabiledir. “Kabile”, bir soydan türeyen, bir arada yaşayan topluluk, aşiret, boy, uruk ve oymak anlamında kullanılmaktadır.

Kabileden daha kalabalık topluluklar ise kavim olarak adlandırılmaktadır. Buna göre “kavim”, kişinin içinde yaşadığı topluluk, insan topluluğu, Allah tarafından üzerlerine peygamber gönderilen topluluk (Hud kavmi gibi), cemaat, ümmet, millet, halk anlamlarında kullanılmaktadır. Kavim, 20 asırda aralarında; din, dil, soy, kültür, tarih birliği olan insan topluluğu (Türk kavmi, Arap kavmi gibi) anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Millet”, din, inanç, ilahi hükümlerin tamamı (Millet-i İbrahim gibi) anlamına geldiği gibi, bir dine mensup olanların tamamı, yani ümmet (İslam milleti/İslam ümmeti gibi) anlamlarına da gelmektedir. Millet, aynı zamanda birbirine benzeyen topluluk (Küfür tek millettir gibi) anlamlarına da gelmektedir. Millet, 19. asırdan itibaren; inanç, ortak tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk, yani kavim (Türk milleti/Türk kavmi gibi) anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Ümmet”, din, yol, topluluk, taife, kavim, millet anlamlarına gelmektedir. Bir dilde konuşanların tamamına ümmet denildiği gibi, peygamber gönderilen topluluk veya kavim de ümmet anlamını içermektedir. Ümmet, bir peygambere ve dine bağlı olanların tamamı anlamında kullanıldığı gibi, bütün Müslümanlar anlamında da kullanılmaktadır (İslam ümmeti gibi).
Yukarıdaki kavramlarla yakından ilişkili kavramlardan biri millilik, diğeri ise yerlilik kavramıdır. “Milli”, millete ait, millete has, milletle ilgili, millete mensup, dini, kavmi anlamlarına gelmektedir. “Yerlilik” ise, yerli olma hali anlamında kullanılmaktadır. Buna göre yerliliği, fiziki bir varoluş, bulunuş olarak değil, daha çok düşünce, inanış, ruh, duyuş ve hissediş anlamında bir ülkenin/milletin değerlerine ait olma, bu değerlere yabancılaşmama anlamlarına geldiği söylenebilir. Bu anlamıyla yerlilik; inanç, tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan bir anlayışı yaşamak ve yaşatmak olup, millet üzerinden ümmetle bağ kurmayı ve bu bağı sürekli canlı tutmayı ifade eder.

Kavim, Millet, Ümmet?

Yukarıdaki kavramlar yakından incelendiğinde insan topluluklarının en küçüğünün aile, aileden daha büyük ve aynı soydan gelen topluluğa ise kabile denildiğini söyleyebiliriz. Ortak inanç, tarih, dil, gelenek, kültür, ideal, vatan birliği olan topluluk söz konusu olduğunda kavim, millet ve ümmet kavramları ile karşılaşıyoruz. Kavramlar ve bunlara zaman içinde yüklenilen anlamlardan anlaşılacağı üzere bazı yerlerde kavim, millet anlamında; bazı yerlerde millet, kavim anlamında kullanılmıştır. Aynı şekilde bazı yerlerde millet, ümmet; bazı yerlerde de ümmet, millet anlamlarında kullanılmıştır. Bu kavramların kesin çizgilerle birbirinden ayrıştırılması mümkün olmasa da, yerinde bir inceleme, kavim, millet ve ümmet kavramlarının günlük dilde farklı yerlerdeki kullanımlarının daha uygun olduğu izlenimi vermektedir. Örneğin, kendilerine peygamber gönderilen topluluk anlamında kullanıldığında kavim (Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi gibi), aralarında din, dil, soy, kültür, tarih birliği olan insan topluluğu anlamında kullanıldığında millet (Türk milleti, Arap milleti gibi), bir peygambere ve dine bağlı olanların tamamı; Müslümanların tamamı anlamında kullanıldığında ise ümmet kavramının daha uygun geldiği söylenebilir (İslam ümmeti gibi). Bu çalışmada ümmet, aynı medeniyet kök değerlerine sahip olunan topluluk anlamında kullanılırken, millet de ümmetin küçük bir örneklemi anlamında kullanılmıştır.

Milletten Ümmete, Ümmetten Millete Nasıl Gidilir?

Görüldüğü üzere insanın yeryüzündeki hayat yolculuğu ilk insanla başlamış, ilk insan ilk aileyi kurmuş, ardından kabileler, kavimler/milletler ve ümmetler meydana gelmiştir. İnsanların farklı ölçeklerde topluluklar halinde çoğalmasını ve yaşamasını nasıl anlamak gerekir? Bizce burası üzerinde durup düşünülmesi gereken en önemli noktadır. Meselenin özünü oluşturan bu sorunun cevabı Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır:  “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi kabile ve milletlere ayırdık. Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır” (Hucurat 13). Yukarıdaki ayet, insanların farklı kabile ya da milletler halinde olmalarının fıtri bir gerçeklik olduğunu, buna göre farklı kavimler/milletler halinde yaşayanların kendilerine has dilleri, kültürleri, örfleri ve gelenekleri olabileceğini, ancak bunların bir üstünlük aracı olarak değil, bir tanışma, paylaşma, yardımlaşma aracı olarak kullanılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Üstünlüğün ölçütünü erkek-kadın, şu veya bu milletten olmak yerine, takvaya/sorumluluk ahlakına bağlayan Allah, bir millet olarak sahip olunan tüm değer ve özelliklerin (dil, kültür, tarih, örf, gelenek) birer emanet olduğunu, bunları Allah’ın rızası doğrultusunda ve sadece iyilik yolunda kullanmanın o insanı, kabileyi veya milleti değerli ve üstün hale getirdiğini haber vermektedir. Buna göre bir insan bir millete mensup olabilir, milli kültüre ait, dili, örfü ve gelenekleri sevebilir, yaşayabilir ve yaşatabilir. Ancak bunun, hem o kişinin milletinin pozitif gelişimine hem de diğer milletlerin maddi ve manevi gelişimlerine katkı ve yarar sağlaması gerekir. Bunun tersi bir durum asr suresindeki büyük kayba yol açar: “Zamana yemin olsun ki! Elbette insanoğlu (milleti, kökeni ne olursa olsun) tarifsiz bir kayıptadır. Ancak Allah’a inananlar, erdemli ve sorumlu davrananlar (sahip oldukları, meziyetleri, maddi ve manevi değerleri iyilik yolunda ve sorumlu şekilde kullananlar), birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır” (Asr 1-3).

Görüldüğü üzere bir insan, birinci halka olarak kendine, ikinci halka olarak ailesine, üçüncü halka olarak milletine, dördüncü halka olarak ümmetine ve son halka olarak insanlığa hizmet edebilir. Bunun için sahip olduğu tüm maddi ve manevi kuvvetleri kullanıp, seferber edebilir. Ancak ister fertler arasında, isterse milletler arasında olsun bu iletişim, tanışma, paylaşma ve yardımlaşma, iyi niyet esasına, karşılıklı saygı ve güvene, ferler ve milletler arasındaki bağları daha da kuvvetlendirmeye hizmet etmelidir.

Diğer yandan İslam, aynı toplum/millet içindeki fertlerin huzur/barış ve dayanışmasını önemsediği gibi, farklı milletler arasındaki huzur, barış ve dayanışmayı da o derece önemli görüp, teşvik eder. Bu yüzden ümmet şemsiyesi altında bütün insanların ortak irfanını temsil eden milli bir takım kültürlerin doğmasına fıtri bir gelişme nazarıyla bakar. İnsanlığın huzur ve kurtuluşunun biricik kaynağı demek olan İslam, Allah-insan ve insan-insan arasındaki engelleri ortadan kaldırmayı hedeflediği sürece, İslami fakat milli olan bir takım kültürlerin meydana gelmesine imkân tanır, bunlara hoşgörüyle bakar. Böyle olunca kaynağı, mahiyeti, amacı ve sonucu aynı olan İslami gerçekler o milletin kültürü etrafında izah ve tatbik imkânı bulur.

Osmanlı Sadrazamlarından Said Halim Paşa, “Buhranlarımız” adlı eserinde milleti, birbiri ile kaynaşabilen birtakım toplumsal ve siyasi unsurların birleşimi olarak tarif etmektedir. Ona göre bu unsurlar, uzun müddet bir arada yaşamış, aynı lisanla konuşmuş, müşterek his ve fikirlere sahip olmuş, kendilerine mahsus bir sanat ve edebiyat meydana getirmişlerdir. Kısacası millet, öteki insan topluluklarından ayrılmalarına sebep olacak ahlaki ve ruhi bir kültür meydana getirmiş fertler toplumudur. Bu toplumun fıtri bir gerçeklik olarak kabul edilmesi için ırka bağlı bir unsur veya temel taşımaması gerekir. Zira İslam, tarihsel ve kültürel bir varlık olarak insanın belli bir millete mensubiyetini (millilik) olağan görürken, yaydığı sapıklık, hurafe ve taassup nedeniyle ırkçılığı (ulusçuluk) her devirde kontrol altına almaya ve durdurmaya çalışmıştır.

Yukarıdaki bilgiler ışığında bir Türk, kendi milletine yaptığı iyilikler üzerinden İslam ümmetinin geneline yayılan bir iyiliği hedefliyorsa, bir Arap kendi milletine hizmet ettiği kadar İslam ümmetinin diğer fertlerine de hizmet ediyorsa hem milli hem de İslam’ın cihanşümul hedeflerine hizmet etmiş olmaktadır. İslam anlayışına göre iyi bir Müslüman yetiştirmek demek, her bakımdan olgunlaşmış; yüksek bir anlayışa, yüksek bir irfana ermiş; kendi saadetini başkalarının felaketinde veya kendi yükselişini başkalarının alçalmasında aramayan iyi bir Türk, iyi bir Arap, iyi bir Arnavut demektir. İyi bir Müslüman olmaktan yola çıkarak, iyi bir Türk, iyi bir Arap, iyi bir Boşnak olmak ne kadar doğal ve doğru bir hareketse, iyi bir Türk, iyi bir Arap, iyi bir Boşnak olmaktan yola çıkarak iyi bir Müslüman olmak da o ölçüde fıtri ve yapıcı bir harekettir. Konuya bu cihetten bakıldığında ümmetten yola çıkarak millete gelmek (tümden gelim) ile milletten yola çıkarak ümmete ulaşmak (tüme varım) aynı amaca hizmet ederler. Her ikisinde de ortak amaç Hucurat 13. ayette hedeflenen “li taarafu”dur; yani tanışma, paylaşma, yardımlaşmadır.

Açıkça anlaşılacağı üzere bütünde parçayı görmekle, parçayı bütünde görmek aynı şeydir. O halde ümmetin içinde milleti, milletin dışında ümmeti aramayan her düşünce, yönetim veya felsefi görüş kaybetmeye mahkûmdur. Milletin milli değerleri ile ümmetin cihanşümul değerlerinin kaynağı Allah’ın Kelamı Kur’an ve onun pratikteki karşılığı olan Hz. Peygamberin hayatı ve güzel ahlakıdır. Allah’ın Rasûl’ü, Veda Hutbesi’nde: “Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emânetler, Allâh’ın kitâbı Kur’ân ve Rasûl'ünün Sünnet’idir.” buyurarak Milli ve İslami hayat sistemimizin kök değerlerini net biçimde ortaya koymuştur. Bu yüzden yeri, yurdu, dili ve coğrafyası ne olursa olsun, Allah’ın Kitabı Kur’an ve onun “tüm insanlığa rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi” (Enbiya, 107)’nin hayat ilkelerini referans almayan her görüş ve sistem, ne millidir ne de İslami’dir. Bu anlamda millilik de “İslam’ın İman Ailesi” içinde yer almayı, son kitap (Kur’an) ve son Peygamber [Hz. Muhammed (s.a.v)]’in hayat öğretisine göre yaşamayı ve yaşatmayı ifade eder.

Millilik= Ümmetin Milleti, Milletin Ümmeti Olmak

Millilik; mikro planda milletin birliğine, makro planda ümmetin birliğine hizmet etmek; milletinin gelecek ve kaderini ümmetin gelecek ve kaderine bağlamak; milletin kuvvet ve kudretini ümmetin kuvvet kudretinde görmek; Ankara, İstanbul, Bağdat, Halep, Saray Bosna, Kahire, Bakü, Trablusgarp, Kosova, Taşkent, Semerkant, Buhara ve Gazze’de namaz kılarken kalbi Mekke ve Medine’de atmak; Bedr’in ruhunu Çanakkale’de diriltmek; ayrıştıranlara karşı birleştirenlerin, bölenlere karşı bütünleştirenlerin yanında saf tutmak; Merhum Akif’in ifadesi ile: “Zumü alkışlamamak, zalimi asla sevmemek/gelenin keyfi için geçmişe asla sövmemek”tir.

Millilik; iman ve inkârın, tevhid ve şirkin tabiatına vakıf olmak; imanı inkâra, tevhidi şirke tercih etmektir. Millilik; başı gökte, ayakları yerde olan vahyin ipinden sımsıkı tutmak; Doğu ile Batı arasında salınmadan/savrulmadan “orta yolda/denge yolunda (sırat-ı müstakim)” demir atmaktır. Millilik; tevhid gemisinde yol alırken gemiyi deldirenlere karşı gemiyi yüzdürenlerin yanında yer almak; imanın iç göstergesi anlamına gelen Rabbe güvenden, imanın dış göstergesi anlamına gelen Salih amale ulaşmak; ortak aklı ortak kalplerde, ortak kalpleri ortak niyetlerde, ortak niyetleri ortak zikirlerde, ortak zikirleri ortak “BİR” de toplamaktır.

Millilik; millet davasından milim sapmamak; zilletin değil izzetin, cehlin değil ilmin, fakrın değil zenginliğin, fenanın değil bekanın, “Onsuzluğun”un değil, “Sonsuzluğun” adamı olmaktır. Millilik, bir eliyle milletin, diğer eliyle ümmetin kalbinden tutmak; Mushafı ıslatan gözyaşlarından biriyle cehennem ateşini söndürürken, ötekiyle cennet bahçelerini sulamaktır. Millilik; Mevlana’nın dilinde sakin, Yunus’un ruh ikliminde hazin, sonsuzluğun sahibine giderken “Muhsin” olmaktır.

Millilik; Nurullah Genç’in “Yağmur” şiirinde belirttiği “bir bela tünelinde ağır imtihandan geçerken” Türkmen, Arap, Kürt demeden milyonlarca muhacire ensar olmak; Rahmetli N. Fazıl’ın ifadesi ile “bin bir başlı kartalı taşıyan kanarya olmak, yüz üstü çok sürünen Sakarya’yı ayağa kaldırmak”; yüz yıl önce kazanılan, ancak milletine yabancılaşmış gayri milli ve gayri yerli zihniyetler vasıtasıyla unutturulan büyük zafer Kut’ul Ammare’yi yeniden ihya etmek; ümmetin kaderini kaderi, kederini kederi, zaferini zaferi bellemek; zalime hasım, mazluma hısım olmaktır.

MİLLİLİK; bir ana şefkatiyle dünyanın mazlumlarına kucak açan BÜYÜK TÜRKİYE OLMAK=ÜMMETİN MİLLETİ, MİLLETİN ÜMMETİ olmaktır.

Kaynakça
Doğan, M. (1996). Büyük Türkçe Sözlük. 11. Baskı. İstanbul: İz Yayıncılık.
Halim Paşa, S. (tarih yok). Buhranlarımız. (Baskıya hazırlayan: M. E. Düzdağ).Tercüman 1001 temel Eser.

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik