STK‘ların Kökeni ve Mantığı Üzerine

Günümüz dünyasında önemli bir yer tutan Sivil Toplum Kuruluşları(STK), ülkemizde de bir hayli yaygınlaşmıştır. Ancak; STK’ların mantık, amaç ve işlevleri bakımından ciddi olarak tartışılması ve yorumlanmasına ihtiyaç vardır. Çünkü daha adındaki “sivil” ifadesinden başlayarak bu tür kuruluşların ne işe yaradığı, hangi amaçlarla kurulduğu ve neler yaptıkları açıkça ortaya konmalıdır. Bizim için bu yazıdaki en önemli husus ise, çıkış noktası itibariyle STK’ların mantığını ortaya koymak ve tarihi arka planımızdaki toplum yapılarıyla bir karşılaştırma yapmaktır. Bu karşılaştırmayı yapmadan önce kısaca tarihimizdeki toplum kuruluşlarına göz atmak düşüncesindeyiz.

Vakıf Medeniyeti

Vakıf, bir malın sürekli olarak kamunun yararına kullanılması, alınıp satılmadan alıkonulmasını ifade etmektedir. İslam dininin, yardımlaşma ile ilgili emir ve prensiplerinden doğan vakıf sistemi, asırlarca insanlığa hizmet etmiş bir toplum kuruluşudur. Maddi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi, insani bir düşüncenin ürünüdür.

Vakıflar, kişilerin sahibi olduğu malı, kendi rızasıyla mülkiyetinden çıkarması ve “hayırlı” bir amaç için tahsis etmesi demektir. Bu “hayırlı” amaç, vakıf kurucusunun dünya görüşü, sahip olduğu değerler ve şahsiyeti etrafında şekillenir. Toplumun tamamı yararına faaliyet yürütmeyi hedefleyen vakıflar olabileceği gibi bir grup lehine hizmet sunmayı gaye edinen vakıflar da olabilir. Bunun yanı sıra sokak hayvanlarını korumaya dönük vakıflar da vardır.

Vakıf müessesesi, her ne kadar benzeri müesseselere, başka millet ve devletlerde de rastlamak mümkün olsa da özünü İslam hukukuna ve Müslüman Türk milletine borçludur. Toplum hayatında tek gerçeğin menfaat olduğuna inananlar ve menfaati esas kabul edenler, yardımlaşmanın ve bireyler arası münasebetlerin yalnızca çıkara dayalı olduğunu kabul ederler. Hayatın gayesinin sadece menfaat değil; sevap, ibadet ve fazilet olduğuna inanan ecdadımız, tamamen fedakârlığa, Allah rızasına ve fazilet anlayışına dayanan vakıf medeniyetini kurmuşlardır.

Vakıflar, hem Selçuklu hem de Osmanlılarda Türk kültür hayatının gelişmesinde, ekonomik istihdam yaratmasında, sosyal dengenin kurulmasında ve planlanmasında oldukça etkili olmuştur. Vakıfların; Osmanlılarda, diğer İslam devletlerine nazaran işlevleri ve sundukları hizmetler çeşitlenmiş ve vakıf kurumu daha çok gelişme göstermiştir. Bu hukukî müesseseler, İslâm memleketlerinin, dolayısıyla Osmanlı'nın, sosyal ve iktisadî hayatının gelişmesinde de önemli rol oynamıştır.

Vakıflar iki ana kaynaktan beslenmiştir. Bunlardan birincisi, başta padişahlar ve Osmanlı hanedan mensupları olmak üzere devlet adamları tarafından kurulan vakıflardır. Bu tür vakıfların temel özellikleri, devlet tarafından bürokratlarına tahsis edilen birtakım malî imkânların kurulan vakıflara aktarılması ve elde edilen gelirlerin vakfiyede belirtilen faaliyetler için kullanılmasıdır. Bu yolla vakıf kurma faaliyetinin devlet adamları arasında bir gelenek hâlini aldığı ve şehirlerin ihtiyaç duyduğu dinî, ilmî, sıhhî ve kültürel hizmetlerin bu yolla verildiği görülmektedir. Vakıf sisteminin ikinci kaynağını ise, Osmanlı hanedanı ve devlet ricali dışında kalan kesimin Allah'a yakınlık kastı ve devam edip giden bir hayır işleme (sadaka-i cariye) anlayışı ile kurdukları vakıflar oluşturmaktadır. Bu tür vakıfların, bütçeleri itibariyle küçük olsalar da sayılarının çokluğu dikkate alındığında sosyal hayattaki yerleri ve önemleri daha iyi anlaşılır.

Osmanlı döneminde eğitim ve kültür hizmetleri çoğunlukla vakıflar tarafından yürütülmüştür. Büyük vakıf külliyelerinin odak noktasını cami oluşturmakta hemen bunun ardından her seviyedeki mektep ve medreseler, kütüphane, hastane, aşhane, çarşı, han kervansaray, hamam binaları ve külliyedeki görevlilerin evleri gelmektedir. Genel olarak medrese ve mekteplerin camilerin etrafında toplanması esastır.

Osmanlı döneminde (askeri amaçlar dışında) bayındırlık eserleri yapılması devlete ait bir görev olarak düşünülmemiştir. Bu tür eserlerin devlet ileri gelenleri ve zenginler tarafından kurulan vakıflarca yapıldığı görülür. Osmanlı döneminde şehircilik ve belediye hizmetlerinin de tamamen vakıf kurumuna dayandığı anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde hizmet gören vakıfların amacı Allah'ın rızasını kazanmaktır. Ancak; vakıflar sadece ibadet yeri, öğretim merkezi ya da fakir mutfağı değil aynı zamanda çevrelerinde başka toplantı yerlerinin gelişmesine de öncülük ettiği için sosyal bir rol oynamışlardır. Vakıflar fakirlikle mücadele ve yoksullara yardım amacını aşarak insan onuruna yaraşır bir asgari seviyenin sağlanmasına yönelmektedir. Vakıfların sağladıkları hizmetler sadece gelir seviyesi düşük olanlar için değildir. Vakıf kuranların da sadece çok zengin sınıflar olmadığı kendi mali güçleri ölçüsünde her sınıftan halkın katkısıyla bu kurumların geliştiği görülmektedir.

Ahilik Kurumu

Ahi sözünün kökeni konusunda esas olarak iki iddia mevcuttur. İlk iddiaya göre kelimeArapça kökenli olup sözlük anlamı "kardeşim" demektir. Bu iddianın güçlü yanı, Ahiliğin ilk olarak Araplarda Fütüvvet Teşkilatı adıyla çıkması, dolayısıyla Ahilik ile ilgili terimlerin Arapça olması gereğidir. Ancak, bu delil yeterli değildir.
İkinci iddiaya göre Ahi kelimesi
Türkçe“akı” kelimesinin zamanla değişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu kelimenin Ahi birlikleri içinde zaman zaman Ahi Baba şeklinde ifade edildiğini görüyoruz. Buna göre kelimenin Arapça manası ile düşünüldüğünde "Kardeşim Baba" diye bir tabir uygun düşmüyor. FakatDivânuLügati't-Türk'te eli açık, koçak, selek, cömert, yiğit, delikanlı gibi manalar ifade eden “Akı” kelimesiyle düşünüldüğünde "Ahi Baba" tabiri daha mantıklı görünmektedir. Öte yandan Ahiliğin temel işlevi cömertliktir. Türkçe “akı” da esasen cömert demektir.    
   
11.yy.’da Türkistan’dan Anadolu’ya doğru göç eden Türkmen obaları, Orta Anadolu’yu mesken tutmuşlardır. Göçebe Türkmenlerin İslamlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu haline getirmek, şehirlerde yaşayan
Rumve Ermenitacirleriyle rekabet edebilmek amacıyla ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle Ahi teşkilâtıkurulur. Kısacası Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyoekonomik bir mecburiyetin ürünüdür.
 
Ahiler arasında sanatın okumakla değil, ahinin yetişmesi için, üstattan öğrenmesi şartı getirilip yamaklık, çıraklık, kalfalık, ustalık yiğitbaşılık, ahi babalık ve kethüdalık safhalarından geçmesi şartı vardı. Gündüz sanatında ve işinde çalışan ahiler, akşamları kendilerine mahsus binalarda sohbetlere katılırlardı. Böylece ahilerin ahlaki terbiyesi ihmal edilmezdi.

Ahilerin yönetmeliği olan fütüvvetnamelere göre, ahinin üç şeyi açık olmalıydı: Eli açık, yani cömert olmalı; kapısı açık, yani misafirperver olmalı; sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeli. Üç şeyi de kapalı olmalıydı: Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalı; kimsenin ayıbını görmemeli, dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli.

Ahilik mensuplarının, takdir edilmelerinin yanında cezalandırıldıkları da olurdu. Fütüvvetnamelerde şu on sekiz şeyin ahiyi ahilikten çıkarma sebebi olduğu, ayrıca cehennemlik yapacağı yazılıdır: 1- Şarap içmek, 2- Zina yapmak, 3- Livata yapmak, 4- Dedikodu ve iftira etmek, 5- Münafıklık etmek, 6- Gururlanıp kibirlenmek, 7- Sert ve merhametsiz olmak, 8- Hased etmek, kıskanmak, 9- Kin tutmak, affetmemek, 10- Sözünde durmamak, 11- Kadınlara şehvetle bakmak, 12- Yalan söylemek, 13- Hıyanet etmek, 14- Emanete riayet etmemek, 15- İnsanların ayıbını örtmeyip, açığa vurmak, 16- Cimrilik etmek, 17- Koğuculuk ve gıybet etmek, 18- Hırsızlık etmek.
           
            Ahiliğin Temeli: Önce Güzel Ahlâk

İş hayatında başarılı olabilmek için; güzel ahlâklı, dürüst ve asla yalan söylemeyen bir insan olmak ön koşuldur. Her şeyin başı ahlâktır; nitekim yasalar yakalanan suçları cezalandırır. Oysaahlaki ve vicdani değerler insanı daima kontrol altında tutar. Atalarımız meslek öğretmeden önce insanlığı öğretmeyi yeğlemişlerdir. Çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerini her şeyden önce bir olgunlaşma aşamaları olarak görmüşlerdir. Bu amaçla ahlaki değerleri önemseyen ahilik, yarenlik ve lonca gibi özel mesleki yapılar kurmuşlardır. Ahilik teşkilatının özünde üç kavram vardır: Ahlâk, disiplin ve dayanışma… Konuyu daha somut ifade edecek olursak, hiç kimse iş yerinde yalancı, tembel, bencil, disiplinsiz, vefasız, uyumsuz, geçimsiz… birini çalıştırmak istemez. Çalışanlar da böyle birisi ile aynı ortamda bulunmaktan haz duymazlar.  Ahlâklı çalışanlar, tüketicilerin haklarına da riayet ederler.

            Günümüzde STK’lar

Yukarıdan beri tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşlarının en başında gelen vakıf ve ahilik kuruluşlarını kısaca inceledik. Günümüzdeki STK’ları, genel olarak vakıf, dernek ve sendikalar olarak ifade edebiliriz. Günümüzdeki STK’ların kuruluş ve işleyiş mantığı, tarihi dönemlerdeki toplumsal yapılardan çok daha farklıdır. Günümüzdeki STK’lar, her şeyden önce kaynağını totaliter rejimlere bir başkaldırı olarak ortaya çıkan anlayışlardan almıştır. “STK” (Sivil Toplum Kuruluşları) adlandırması, daha başlangıçta, resmi kurumlara ya da devlete bir karşıtlığı çağrıştırmaktadır. Bu tür kuruluşlar, devletle çatışma veya hesaplaşma mantığı üzerine kurulmuş gibi bir görüntü vermektedirler. Öte yandan özel amaçlı dernek ve sendikalar, toplumdan çok, kendi üyelerinin çıkarlarını korumaya dönük etkinlikler yürütmektedirler. Bu tür yapılar, içe dönük birer dayanışma kuruluşu kabul edilebilir. Nitekim tarihi dönemlerdeki “adanmışlık” ruhunu günümüz STK’larında bulmak zordur. Günümüz STK’larının faaliyet ve etki alanları da sınırlıdır. Birçoğu da politize olmaktadır. Ülkemizde STK’lara olan ilginin azlığı bu sebeplerde aranabilir.

            Karşılaştırma ve Sonuç

Geçmişin cemiyet kuruluşlarıyla günümüzdeki STK’ları karşılaştırdığımızda, şu sonuçlara ulaşılmaktadır:

1.Tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşlarında temel amaç Allah’ın rızasını kazanmak üzere, O’nun mülkünü insanların hizmetine sunmaktır. Oysa günümüzdeki STK’larda daha çok mesleki veya grup çıkarı ön plandadır.

2.Tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşlarının temel mantığı dini ve millidir. Günümüzdeki STK’lar, mantığını dışarıdan almıştır ve tepkiseldir.

3.Tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşları, toplumla devlet arasında köprü kuran uzlaştırıcı yapılardır. Oysa günümüzdeki STK’ların bir kısmı çatışmacılığı öne çıkarmaktadır.

4.Tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşları, toplumun geniş kitlelerince benimsenirken günümüzdeki STK’lar, çoğunlukla dar alanlarda bireycilik esasında hizmet vermektedirler.

5.Tarihi dönemlerdeki toplum kuruluşları, kanunun izin verdiği çerçevede pazarın talepleri doğrultusunda çalışır, ekonominin tamamlayıcı parçası işlevini görürlerken günümüzdeki STK’ların bu işlevi pek zayıftır.

Sonuç olarak kimi vakıfları dışarıda tutmak kaydıyla günümüz STK anlayışı kökü ve mantığı itibariyle bize ait değildir. Günümüz STK anlayışında kişi ve grup çıkarı, toplum ve kamu yararının önünde seyretmektedir. Dolayısıyla, özündeki amaçta bir farklılaşma gözlenmektedir. Bütün bunlar dikkate alındığında Türkiye’de STK mantığının yeniden tartışılması gereği vardır. Belki de en iyi çözüm ecdadın kullandığı amaç ve yöntemlerin güncel ihtiyaçlara göre düzenlenmesi olabilir.

Böylelikle; millet-devlet birlikteliği daha da güçlendirilmiş, devletin yükü hafifletilmiş, birey ve toplumun iyilik duyguları yükseltilmiş olabilir. Bu ise; köken ve mantığı bize göre olan yeni toplum kuruluşlarına zemin hazırlayabilir.

Yararlanılan Kaynaklar:

BEDİR, EYÜP, Sivil/Olamayan Toplum Kuruluşları, TOKFED PLEVNE Dergisi, sayı 3, Temmuz 2013.

ERTEM, Adnan, “Osmanlıdan Günümüze Vakıflar” Divan Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, S.6, İstanbul 1999.

KÖPRÜLÜ, Fuat, Vakıf Müessesesinin Hukuki Mahiyeti ve Tarihi Tekâmülü, İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Akçağ Yayınları, Ankara 2005.

ÖZTÜRK, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995.

ÜLKEN, Hilmi Ziya, “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirliği,” Vakıflar Dergisi,  IX,  Ankara 1966.

YEDİYILDIZ, Bahaeddin: “Türk Kültür Sistemi İçinde Vakıfların Yeri”, Vakıflar Dergisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, S.XX, Ankara 1982.

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik