YERLİ ve MİLLİ OLMAK

 
Aslında, her insan bir vatanda doğar. Sonra hayat gailesi başlar ve sonbahar yaprağı misali her birimiz bir yana savrulur gideriz. Doğduğumuz topraklarla bağımız, esasen, fıtridir. Neticede topraktan geldik ve yine ona karışacağız. Bu makul bağlılık kimi zaman hafife alınır, kimi zaman da alay konusu yapılır. Oysa bağlılığımız sadece toprağa değildir: Yakınlarımıza, sevdiklerimize, yaşadıklarımıza ve hatıralarımıza bağlıyızdır. Havası, suyu, manzarası, damak tadı… Her biri bir yandan çeker insanı. Eh bir de toprak altına gönderdiklerimiz var ki onların payı da az değildir bu bağlanmada…

Bir de işin milli olmak boyutu var ki bir insanın annesini, babasını, soyunu sülalesini el hâsıl bir arada yaşadığı insanları sevmesi, koruması kadar doğal ne var ki! Gelgelelim cibilliyet ve milliyet boyutunda kompleksi olanlar, milli olmaktan pek hazzetmiyorlar. İyi de bu da bir hakikat: İnsan olan anasını, babasını, akrabalarını, soyunu sopunu, sülalesini topunu sever kardeşim… Sonra bu sevgi kartopu misali büyür; köyünü, ilçesini, şehrini, toplumu, milletini sever… Hatta Yaratan’dan ötürü bütün yaratılanları sever. Çünkü insan sevilmeye değer…

İşbu yazıda Sayın Cumhurbaşkanımızın son günlerde büyük bir isabetle ifade ettiği “Yerli ve Milli Olmak!” hususundaki vurgusuna dikkat çekilecek; bu iki kavramla ilgili düşüncelerimiz serdedilecektir. El-hak, gerekli, değerli ve önemlidir… Küresel Sömürgeciler, bu iki kavramı da pek sevmezler. Nitekim, onların emellerine ulaşmalarında her iki kavram ve daha da önemlisi bu duygular en büyük engeldir. Zira, onlar bölüp parçalayıp yutmayı pek bir severler. İşin garibi, içmizdeki bazı yeni yetme “Dünya Vatandaşları” bu küresel tuzağa düşmüş durumdalar. Rabbim kurtara...

Küresel güçlerin ve içimizdeki işbirlikçilerinin gerçek amacı, Türkiye’yi karıştırmak ve kardeşi kardeşe düşürmek suretiyle bilmem kaç asırlık intikamlarını almaktır. İçimizdeki ahmaklar, ortak nokta olarak (yerlilik, millilik, devlet vb.) sanal düşmanlıkları aldıkları için herkesle işbirliği yapmaktadırlar. Bunlar; birlik beraberliğimizin güvencesi olan “millet, milliyet, hürriyet, aidiyet, mensubiyet” gibi yüce duygularımızı törpülemeye devam etmekteler. Bu kutsal topraklarda huzur ve refah içinde yaşanmaya yönelik her yaklaşımı, her türlü sosyal, kültürel ve ekonomik çözümü ve olayı eleştirme dışında hiçbir yeni açılımı olmayan bu şer cephesi, ortak düşmanlıkları zemininde sürekli fitne çıkararak beyinlerimizi ifsat etmeye çalışmaktadırlar.

Yerli Olmak!

Tarihimizi, kültürümüzü, inancımızı, irfanımızı, değerlerimizi bilmek, yaşamak ve korumaktır yerlilik… Kendi olmak, kendini bilmek, kendi kalmaktır yerlilik… İçinde doğup büyüdüğü halka, topluma, millete ve onun değerlerine sahip çıkmaktır yerlilik… Ayağına yere sağlam basmaktır yerlilik. Yersizlikten bin kat iyidir yerlilik… Yerlilik, yalnızca kendi toprağına, vatanına sımsıkı sarılmakta değildir sadece. Mevlana’nın ifadesince; bir ayağı kendi toprağında diğer ayağıyla Dünya’yı dolaşmaktır.

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi, her birimiz bir yere aidiz. Bu durum son derece doğaldır. Ne var ki küresel sömürgeciler, vatan veya yerlilik kavramlarından da pek hazzetmezler. İşin garibi içimizdeki işbirlikçileri de hiç düşünmeden bu tuzağa düşerler. Oysa yerli olmak bizim doğduğumuz topraklara karşı boynumuzun borcudur. Onda doğduk, onda yaşıyoruz ve yine ona gireceğiz. Âşık Veysel’in ifadesince; bizim sadık dostumuz kara topraktır.

Bir başka yönüyle yerlilik, aynı topraklarda birlikte yaşadığımız insanlara karşı duyduğumuz yüce vefa duygusudur. Kıtalara hükmetmiş aziz ecdadımıza karşı hayır duacı olmak, onları rahmetle yâd etmektir yerlilik. Mehmet Âkif, en zor günlerde ecdadı hayırla yâd eder ve  “vefa” değerine şöyle işaret eder:

"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamlan sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. (Safahat, 830)

Vefalı bir insan olan Akif, başta ecdada karşı olmak üzere, sahip olduğumuz ve bizlere hediye olarak sunulmuş olan vatanımıza ve mukaddesatımıza karşı bir vefa borcu hissiyle hareket etmeyi tavsiye eder. Özünde Akif’in kendi yaşantısı da bir “vefa” örneğidir.

Akif’in edebiyatta aradığı özelliklerden birisi de “yerlilik”tir. Yani, edebiyatın hem kaynak olarak yerli olması hem de bu toplumun meselelerini işlemesidir. Akif, sanat yönüyle Batı’dan istifade edilebileceğini, ancak körü körüne bir taklidin doğru olmadığını ifade etmektedir.

Mehmet Akif, vatan sevgisi konusunda, Türk gençligˆine s¸öyle seslenmektedir:
 
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”

“Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır,
Nasıl tahammül eder hür olan, esaretine,
Kör olsun agˆlamayan, ey vatan felâketine,
Cehennem olsa gelen, gögˆsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.”
 
Milli Olmak!

İnsan, yaratılışı gereği, üç boyutlu bir hayat sürer. Hayatın merkezine kendisini koyarak geçmişini (akraba ve atalarını) ve geleceğini (nesillerini) düşünür ve onlar için çaba gösterir. Hayata bu üç boyutlu bakış, insanı hayvandan ayıran en önemli ve üstün özelliğidir. Çünkü hayvanlardaki iki boyutlu hayat tarzı (kendisi ve yavruları) insanın fıtratına ters düşer. Hayvan sürülerinde, güçten düşen hayvan, topluluk dışına; yani, ölüme terk edilir. Oysa insanoğlu, tıpkı ulu çınarlar gibi, güçlü kökleri ve geçmişiyle ayakta durur. Geçmişin tarihî derinliği ve genişliği bireylere daha mutlu ve huzurlu bir gelecek bahşeder.

Aynı tahliller, milletler için de yapılabilir. Bir milletin tarihî mirası ve medeniyet tecrübesi ne kadar eski ise, o oranda sağlam temellere oturur. Milletlerin kültürel birikimleri ve derin hafızaları geleceklerinin en güçlü teminatıdır. İnsanları kuru bir kalabalık olmaktan çıkarıp aralarında ortak duygu, düşünce ve gönül birliği oluşturan bu doğal ortaklıklar, insanları “ferdî benlik” duygusundan “millî kimlik”  basamağına yükseltir. Milletler, bu şuur ışığında daha üst birlikteliklere de ulaşabilirler. Diğer Müslüman milletler gibi, Türk milleti için de bu üst birlik duygusunun adı “ümmet şuuru”dur. En üst ve son basamak ise, “insaniyet ailesine mensubiyet” duygusuna sahip olmaktır. Yaratılmışların en şereflisi olan insanlık ailesine mensup olmak, diğer kimlik belirleyicilerine oranla çok daha kapsamlı, kucaklayıcı ve evrenseldir. Değişmez en önemli gerçek de bu geniş dairede gizlidir: Hepimiz insanız ve Hz. Âdem’in çocuklarıyız.

Milli olmak, milli kimlikle mümkündür: “Millî kimlik”; bakış, duyuş, düşünüş, algılayış, yaşayış gibi ortak değerleri paylaşan; ortak dine, tarihe, vatana,  dile, gelenek ve göreneklere dayalı olarak asırlar içinde oluşmuş millî bağların bütünüdür. Bu bağlardan birkaçının eksik veya farklı olması bu ortaklığı engellemez. Ortak özelliklere sahip olmak, kendini ait ve mensup hissetmek, bireye hem öz güven verir hem de millettaşları için sıcak duygular oluşturur.

Bizce “milliyet” ve “milliyetçilik” kavramları, bugünün şartlarında asla ırkî ve kavmî asabiyeti ifade etmemektedir. Duyuş, düşünüş, algılayış ve yaşayış bakımından ortaklaşmış, ortak değerleri paylaşan, ortak geçmişe, vatana, tarihe, dine, dile, gelenek ve göreneklere sahip kitlelerin ilkel kabileciliğin çok ilerisinde, insan fıtratına uygun millî duygularının tezahürüdür. Asırlarca her soy, din ve mezhepten insanı bağrına basan bir ecdadın ve yüksek bir medeniyetin varisleri olarak insanları ayırmak, dışlamak bizim zihinlerimizde asla yer bulamaz. Dışarıdan ısrarla zerk edilen bu “etnikçilik” aşısının tutma şansı hiç yoktur. Ancak, zihinlerimiz yormakta, kafalarımızı karıştırmakta ve zamanımızı çalmaktadır. 

Mehmet Akif de  “millîlik” meselesini önemsemiştir. Yakın dostu Mithat Cemal’in ifadesiyle “… Akif, çetin bir sanat namusuyla yerlidir. Ve karar vererek, azmederek, göğsü kabararak yerli. Bu, aczin neticesi olan yerlilik değil, şuurlu mahallîliktir… Bu fârikası (farklılığı), mevzularının memleket vak’ası olması kadar ondaki yazı zevkinin Türk oluşundandır. Frenk olmaktan iğrenir… Güzel Türkçe’nin üstüne titrer. Ve güzel Türkçe’ye dokunanlara garazdır. Dininden sonra dili gelir.” (Mithat Cemal, 1990; 271).
Mehmet Akif, gençlere hem dinî hem de millî değerlere sımsıkı sarılmayı telkin eder. Bunları korumanın bir zaruret olduğunu da şöyle belirtir:

Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı milli, rûh-ı millidir,
Onun iflası en korkunç ölümdür: Mevt-i küllîdir.”
 
Mehmet Akif, milletin varlığı ve bekası için mücadele noktasında çok ısrarcıdır. Bu konudaki en önemli delil ise, kendi hayatıdır. Doğal olarak Âsım’ın Nesli’nden de bunu ister:
 
Yurdunu Allah’a bırak çık yola;
“Cenge” deyip çık ki vatan kurtula…
Böyle müyesser mi gazâ her kula
Haydi, levend asker, uğurlar ola!”
...
“Türk eriyiz silsilemiz kahraman
Müslümanız Hakk’a tapan Müslüman
Putları Allah tanıyanlar, aman
Mescidimin boynuna çan asmasın
 
Amin desin hep birden yiğitler
Allhu ekber gökten şehitler
Amin! Amin! Allahu ekber

 
Akif:
                        Tefrika girmeden bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
 
diyerek milletçe bir ve beraber olduğumuz, vatan ve milletimize sahip çıktığımız sürece güçlü ve tam bağımsız olacağımızı, bütün zorlukların üstesinden geleceğimizi ifade ediyor:
Sonuç olarak, “etnik” tartışmaların bir geriye gidiş (ilkellik), etnik kimlik tartışmalarının çıkmaz bir sokak olduğunu ve bu tartışmalara bilerek bize havale eden sözde gelişmiş ülkelerin dahi bu sorunları çözemediğini bilmemiz gerekiyor. Dış kaynaklı ve kasıtlı olarak ortaya sürülen bu tartışmalar, dipsiz bir kuyu, çıkmaz bir sokaktır. Çözüm, önce tuzağı görmektir. Tarihin hiçbir döneminde insan ayrımı yapmamış bir millet tecrübesine ve herkesi adilce kucaklamış bir devlet geleneğine sahip Yüce Türk Milleti’nin bireyleri olarak “Toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın!” ilahi emrince ve “Allah indinde üstünlük takvadadır” düsturunca bizleri bir arada tutan değerlerimize ve millî mutabakatlarımıza daha fazla sarılmak gerekmektedir. Şanlı geçmişimizi, kültürel mirasımızı yeniden keşfederek yeni bir medeniyet kurma potansiyeline sahip derin hafızamızla çağdaş dünyaya beklenen ışığı, bu milletten ve bu topraklardan yansıtabiliriz.

Çare ve çözüm ortak değerlere dayalı “milli ruh“u oluşturmaktır. Bu ruh, aynı zamanda en önemli “milli güç”tür. Olaylara, içeriye ve dışarıya milli bakmak, milli görmek, milli duymak, milli yaşamak… Artık tarihi bir zarurettir. Bu noktada Hacı Bektaş-ı Veli’nin düsturu yeter de artar bile:  “Bir olalım, iri olalım, diri olalım!”. 

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik