Toplum Dinamikleri: STK‘lar


Sosyolojik bir kavram olan sivil toplum (STK), özel bir anlam kazanarak 'üniforma taşımayan; asker ve polis gibi özel amblemli elbise giymeyen' kuruluşları ifade ederken, bazı kesimleri dışta bırakarakbu algıyla, bütün değerleri bir olan toplumu peşinen gruplaştırmak ve bölmekle  olumsuz vasıflardan birini kazanmaktadır. Terim olarak; 'Belli bir amaç için bir araya gelerek örgütlenen kuruluşlar' olarak da tanımlanmaktadır. Bu anlamda, sosyolojik toplum sınıflamasını pratik ele alma yönüyle ilişkilidir. Bugün; sendika, federasyon, konfederasyon, vakıf, dernek, cemaat, tarikat vb. çatılar olarak misyonlarını icra etmektedirler. Bu kuruluşları oluşturan bireyler arasındaki bağı, doğal dayanışma, kollektif mülkiyet, inanç ve töreler oluşturmaktadır ki hepsinin eksenini maddî veya manevî kazanç oluşturmaktadır.

Sivil toplum kuruluşlarında bireyin kişilik, tercih, ifade ve iradeleri değildaha çok yöneticilerin irade ve kararları ön plana çıkmaktadır. Bu özellik siyasî partilerde olduğu gibi bütün anonim kuruluşlarda da geçerlidir. Genellikle idarî mekanizma karar alır, üyeler uygular.

Sivil toplum kavramı Batı'da 18. yy.'da aydınlanma çağının düşünürleri tarafından kullanılmış ve özellikle sanayi-işçi literatürüne sokulmuştur. Ortaya çıkışında, o tarihlere kadar mensupları üzerinde mutlak otoritesini kullanan Hıristiyanlıkinancının azalması önemli rol oynamıştır. Kilisenin mutlakıyet baskısından kurtulan Batılı toplumlar, sanayinin gittikçe gelişmesi ve büyük çapta hak ihlallerinin yaşanmasıyla harekete geçmiş ve anonim ortaklıklarla adım adım sivil toplum kuruluşlarına gidilmiştir. Başka bir ifadeyle, "Ekonomik faaliyetin özerk alanının doğuşu, geç ortaçağın kömünal hareketine dayanmaktadır."  Bu gelişmelerde Batı'da yaygın olanfeodal yapı ve bu yapının çözülme etkisi de gözardı edilemez.

Kilise baskısının azalması ve feodal yapının çözülmesi yeni toplumsal bir platform oluşturdu. Bu yeni platformda insanların nefes almasıyla yeni arayışlar başladı. Bu arayışlardaki hedeflerden biri sivil toplum örgütleri oldu. Bir bakıma bu örgütler, 'Daha iyi bir hayatın sürekliliğini sağlayacak en iyi ortam nasıl sağlanabilir?' sorusunun cevabı olarak ortaya çıktı. Bu 'daha iyi bir hayat'ın içinde, insan onuru, insan haklarına saygı, ekonomik imkânlar, inanç özgürlüğü, sınıflar ve etnik eşitlikler de vardı. Bu bağlamda 'Sivil toplum, farklı kesimlere fırsat kapılarını açan ve haklarını koruma imkânını tanıyan bir toplumsal harekettir' denebilir.

Batı’da hem devlet, hem halk kilise baskısı ve feodal yapıya karşıydı. Dolayısıyla sivil toplum örgütleri aynı paydada buluşuyordu. Ancak zamanla bu değişti ve günümüzde olduğu gibi 'Devlet kavramını anlayabilmenin ve demokrasi sorununu geliştirebilmenin anahtar kavramı olarak' algılanmaya başlandı. 

Kültürümüzde Sivil Toplum

Her ne kadar Hilfu'l-Füdûl ve Medine Vesikası ilk örnekler olarak verilse de, çağdaş kültürümüzde bu anlamda sivil toplum örgütleri 80'li yıllardan itibaren gündeme girdi. Bunun önemli nedenlerinden biri, Batı’da materyalizmden kaynaklanan bireysellik/bencillik ön plandayken Doğu’da İslam'ın cemaatçilik/paylaşımcılık ruhunu temel normlarından biri olarak Müslümanların iç dünyasına hakim kılmasıdır. Hz. Peygamber (s), "Hûd süresinin, 'Emrolunduğun gibi dosdoğru ol'  ayeti belimi bükmüştür"  hadîs, doğru ve dürüst yaşamanın, Müslüman'ın hayatındaki rolüne vurgudur. İslam, önce bireye istikamet verir,beyinsel ve ruhsal olarak onu olgunlaştırır, cemaat/paylaşımcılık ruhuyla eğitir, yardımlaşma karakteriyle donatır. Zira, "Fikrî yetenek ve gelişmeye istikamet kazandıran toplumsal hayatın şartlarıdır. Doğu’da bu şartları doğal çevre hazırlar." İslam'ın temel hedefi, istikamet üzere olan bir toplum/cemaat yetiştirmektir. Sahabeyi altın nesil haline getiren başlıca hususiyet,toplumsal rol ve statünün istikamet ekseninde statikleşen hayat biçimleridir. Bireye verilen statünün Kur'ân ve Sünnet'in sınırlarını çizdiği eksenin dışına taşması mümkün değildir.

Günde beş vakit namazı camide cemaatle kılmak İslam'ın temel olgularından biridir. Cemaat namazıyla, bilinçlenme, organizeli hareket etme, üstlere itaat, disiplin, fedakârlık, nefis terbiyesi, maddecilikten arınma vb. amaçlar yanında sıkıntıları paylaşma ve yardımlaşma da hedeflenmektedir. Yardımlaşmanın olduğu bir toplumda hak ihlali sözkonusu değildir. İslam dünyasının halifesinin mutfağına alınan bir bağ maydanozun kaydının tutulduğu, her sokağın başında bir sadaka taşının bulunduğu, kış aylarında yırtıcı hayvanlara etin dağıtılması için vakıfların kurulduğu bir toplumda hak ihlalleri olamaz.

Medineli sahabeye isim olarak konulan Ensar kavramına dikkat etmemiz gerekir. Allah, davaları uğruna maddî olan her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye göç eden Muhacirlere bağırlarını açan Ensar ile ilgili şu eşsiz özelliğe dikkat çekmektedir:

"(Zulüm ve kötülük diyarını terketmiş olanların gelişinden önce)  bu yöreyi yurt edinmiş ve (gönüllerine) imanı yerleştirmiş olan (Ensar arasında) bir sığınak arayışı içinde yanlarına gelen (Muhacirlerin) hepsini seven ve başkasına verilmiş olan ganimetlere karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan; aksine, kendileri yoksulluk içinde olmalarına rağmen diğerlerini(Muhacir) kendilerine tercih edenler, açgözlülükten korunanlar olduğu gibi mutluluğa mutlak ulaşanlar da onlardır." 

Böyle bir toplumda insan haklarını savunmaya soyunanlara ihtiyaç var mı? "Yahudiye karşı beni haklı çıkarsaydın seni kılıcımla öldürürdüm" diyen sultanların; "Kararıma uymasaydın, hançerimle kalbini delerdim" diyen hakimlerin bulunduğu bir toplumda hak savunmasına soyunan STK'ların ne işi olabilir?

Hz. Ebu Bekir, devlet başkanı seçildikten sonra halka yaptığı ilk konuşmasındaşöyle demişti: “İnsanlar! Sizin kuvvetli saydığınızdan hakkı alıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Zayıf saydığınız ise hakkını alıp kendisine teslim edinceye kadar yanımda kuvvetlinizdir. Allah’a itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Allah’a isyan ettiğimde ise bana itaat etmek göreviniz yoktur.” Böyle bir devlet başkanının olduğu toplumda, hak arayan STK’lara görev kalır mı?Zira İslam kuvvet dini değil, hukuk dinidir ve din, dil, ırk, güçlü, zayıf farkı gözetilmeksizin bütün vatandaşların can, mal, ırz ve namuslarıİslam devletinin güvencesi altındadır. Yani güçlü olan haklı değil, haklı olan güçlüdür.

Buna rağmen 20.asrın ikinci yarısından itibaren STK'lar demokrasinin önemli bir reeli olarak toplumda yerini yer aldı. Bugünkü şartlarda globalleşen dünyada STK'ların gözardı edilmeleri realiter bir yaklaşım değildir.

Ülkemizde yaklaşık çoğunluğunu derneklerin teşkil ettiği 80.000 civarında STK bulunmaktadır.Toplam üye sayısı 10 milyon civarındadır. Dernek başına ortalama bin üye düşmektedir. Erkek üye sayısı 8 milyon civarındayken kadın üye sayısı 2 milyon civarındadır. On milyon üye, çevreleriyle hesaplandığında büyük bir nüfus sayısına ulaşmaktadır ki bu STK'ların siyasî, sosyal ve ekonomik hayattaki etkinliğinin de bir barometresidir. Bugün, gizli mahfiller dışında siyasal ve sosyal hayatı en fazla etkili kurumların başında STK'lar gelmektedir.

Bu bağlamda, dindar kesimin STK'ları etkin şekilde kullanması zorunludur. Ancak STK'ları kullanırken İslamî ilkelerden taviz vermemeleri de bir sorumluluk ve zorunluluktur.

STK'lar şu amaçlar doğrultusunda faaliyet göstermelidir:

1. Yöneticilertotariterliğe baş vurmamalıdır. STK'yı despotluk ve Demoklesin Kılıcı olarak kullanmamalıdır.

2. Üye ve toplumu yönetme anlayışından uzak durmalıdır.

3. STK, kişisel çıkar ve amaçlara alet edilmemelidir.  

4. Dürüst, tutarlı ve şeffaf olmalıdır.

5. Aidatlar gönüllülük esasına göre alınmalıdır.

6. Amaçları doğrultusunda işlevsellik kazandırılmalıdır.

7. Yönetmelikler, toplumun inanç ve değerlerine aykırı madde içermemelidir.

8. Dayanışma ve yardımlaşma esasına göre çalışılmalıdır. 

9. Çözüm ve projeler üretmelidir.

10. Temsil edilmeyen kesimleri de temsil etmelidir.

11. Ahlakî değerleri topluma yansıtmalıdır.

12. Devlet işleyişine katkı sağlamalıdır.

13. Devlet ile vatandaş arasında köprü görevini görmelidir.

14. Siyasallaşmamalı, ancak siyasî erke yardımcı olmalıdır.

15. Toplum profiline uygun düzenlemelerin yapılmasına katkı sağlamalıdır.

16. Üye ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verilmelidir.

17. Toplumu bilinçlendirmek için periyodik sosyal ve kültürel aktiviteler düzenlemelidir.

18. Hizmete katılımını sağlamak için bireyleri bilinçlendirmelidir.

19. Bilim insanlarının yetişmesine ve bilimsel çalışmalara katkı sağlamalıdır.

20. Çalışmaları yerel, bölgesel ve küresel olmalıdır.

21. Aynı amaçla çalışan uluslararası kuruluşlarla dayanışma içinde olmalıdır.

22. Ulusal ve uluslararası fonlardan yararlanmalıdır.

Sonuç

Kanunî hocası Yahya Efendi'ye bir mektup yazar ve "Devleti yıkmada en etkili olan şey nedir?" diye sorar. Yahya Efendi iki kelimeyle cevap verir: "Bana ne?"

"Bana ne?"yi bir tarafa bırakıpsorunlarıyla beraber bütün insanlığın bizi ilgilendirdiğinin bilincine vardığımızda, pek çok sorunun çözüldüğüne şahit olacağız.

Bu ülke hepimizin. Gidecek veya sığınacak başka yerimiz yoktur. İstikrarlı bir yönetim olmadan istikrarlı bir ülke ve millet olamaz. Hizmet amacıyla kurulan bütün STK'ların, nüansları bir tarafa bırakarak bu vatana sahip çıkanlara sahip çıkmaları imanî bir görev ve sorumluluktur.
 

Facebook
Twitter
  • BİZE ULAŞIN

  • Ehli Beyt Mah. Ceyhun Atuf Kansu Cad. Beycanoğlu İş Merkezi̇ No: 102A/7
    Çankaya/ANKARA

  • 0312 285 71 71

  • 0312 285 71 72

  • yerlidusuncedernegi06@gmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik